8 Ekim 2010 Cuma

Hasan ağabeyin suçu ne?

Geçenlerde elime Ramazan Günhan’ın çıkardığı ‘İmtihan dünyası’ adlı kitap elime geçti. Gerçekten esinlenerek yazılan ilginç yazıları okuyunca etkilenmemek elde değil…
Aslında…
Yazılanları okumak bir yana ders çıkarmak daha iyi olur sanırım. Çünkü, insanoğlunun başına ne geleceği belli olmaz.
Ramazan Günhan’da kitabının bir bölümünde bir arkadaşının başından geçen olayları anlatmış. ‘Hasan abinin başına gelenler’ başlığıyla kaleme almış yazısını…
Bu hikayenin benzerleri belki de düzenbazların, dolandırıcıların kol gezdiği büyükşehirlerde yüzlercesi yaşanıyor.
İşte Ramazan Günhan’ın kaleminden o hikaye…
Evin ihtiyaçlarını almak için markete doğru giderken bir seyyar satıcının:
-İznik kirazı, taze kiraz, diye bağırdıklarını duydum. İster istemez bakmıştım. Satıcıyı tanıyordum. Daha önce köylerinde görev yaptığım Hasan abiydi. O’nunda beni tanımasını sağlamak için kirazın fiyatını sordum:
-3 liraya beyim, daha bugün koptu dalından, dedi. Yüzüme bakmıyordu bile. Yüzüme baksa mutlaka tanıyacaktı. Ben yüzüme bakması için biraz daha pazarlık yapmak istedim.
-İki liradan ver de iki kilo alayım, dedim
Yüzüme baktı:
-Hocam, kusura bakma tanıyamadım, sana aldığım fiyattan da olur, bedava da olur, dedi.
Hasan ağabeyinin seyyar satıcılık yapması beni hayli şaşırtmıştı.
-Hadi şu caminin çay ocağına oturalım. Hem camiye gelenlere de satarsın. İmam benim tanıdığım olur, cemaate satmana da müsaade eder, dedim.
Hasan ağabey beni kırmayarak caminin önüne arabayı koydu. Çay ocağından da çay söyledik. Hasan ağabeye:
-Hayrola, neden bu işi yapıyorsun, dedim.
Şapkasını çıkardı, tabureye koydu, bir sigara yaktı. Derin derin iç çekti, konuşmaya başladı:
-Sorma başıma gelenleri hocam. Sen köyden ayrıldıktan sonra eşimi kaybettim. Zamanında doktora yetiştiremedik. 4 çocukla köy yerinde kala kaldım. Hayvanlardan koyunları elden çıkardım. Keçiler kalmıştı. Koyunların parasıyla da Bursa’dan alt mahallelerden tek katlı bir ev almıştım. 2 yıl evlenmedim. Derken bir kış günü bizim köye Bursa’dan tavşan avı için gelmişler. Ben de onlara dağlarda rehberlik yaptım. Çok yorulup, üşümüşlerdi. Hayvanları topladım, onları da alıp eve geldim. Sağolsun annemin o zamanlar eli ayağı tutuyordu. Allah ne verdiyse yedik, içtik. Gece onlara av da yaptırdım. Benden memnun kaldılar. Giderken de bana Bursa’daki adreslerini verdiler. Aradan 5-6 ay geçmişti. Keçiler için ilaç almaya gitmiştim. Şu arkadaşlara da bir uğrayayım dedim. Keşke uğramaz olsaydım.
-Yoksa bir kötülük mü yaptılar sana?
-Hem ne kötülük adam… adam, ‘İlla ki eve gideceğiz’ dedi. ben de kıramadım evde. Adamın dul bir baldızı vardı. Sanki bana tezgah kurmuşlardı. Yemek yedik, çay içtik. Beni o gün bırakmadılar. Benim bekar olduğumu bildikleri için kadın kendisi bana evlenme teklifi yaptı. Şaşırdım kaldım. Dört çocuğum var dedim ama her türlü mazeretimi kabul ediyorlardı. Sadece Bursa’ya taşınmamı istiyorlar ve evi kendi üzerime yapmamı istiyordu. Onun da 15-16 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Ben düşünmek için zaman istedim, ama peşimi bırakmadılar. Hayvanları sattım. Çoluk çocuğu da alıp Bursa’ya taşındık. Ve evi de kadının üzerine yaptım. Bir de sebze dükkanı açtık. Üç beş ay her şey iyi idi. Kadın bana da çocuklara da önceleri çok iyi davrandı. Sonra gerçek yüzü ortaya çıktı. Kızlara da oğlanlara da çok kötü muamele yapıyordu. Kızların biri 16’sında birini de 17’sinde kendi köyümden evlendirdim. Onlar bari kurtuldular hocam. Ama oğlanları telef ettik…
Korkumdan bir şey soramadım. Baktım ağlıyordu. O’nun bu durumu beni çok üzmüştü. Bu arada camiye gelenler kiraz almak için arabanın başına toplanmışlardı.
-Hasan ağabey, istersen şu müşterilerine bir bakıver, dedim.
Eliyle gözyaşlarını sildi ve müşterilerle ilgilenmeye başladı. Onun işinin bittiğini görünce yeniden iki çay söyledim. Hasan ağabey yine anlatmaya devam etti:
-Kızlar kurtuldular ama oğlanlara yazık oldu hocam. Ben evden çıkınca onları odunla dövmüş. ‘Bu eve gelmeyin, sizi istemiyorum. Bu ev zaten benim defolun gidin’ demiş. Çocuklar birkaç defa bu durumu bana anlattılar, ama ben uyanamadım. Bu kadar kötü olabileceğini düşünemedim. Mehmet 14, Ali de 15 yaşındaydı. Bir gün öğleye doğru eve geldim. Anahtarım yanımda olduğu için kapıyı açtım girdim. Salonda koltuklar, halılar kan içindeydi. Kızıyla ben gelmeden bu kanları temizlemenin gayreti içindeydi. Beni görünce şaşırdılar ama biraz sonra da çirkefliklerini ortaya koydular. Meğer çocukları ana-kız dövmüşler, evden atmışlar. Sinirimden ne yapacağımı şaşırdım. Hemen çocukları aradım. Mahalle mahalle dolaştım. Ama yoklardı, o gece eve gitmedim. Ertesi günü gittiğimde de kapı kilitli idi. Kapının önünde bir tane bavul duruyordu. Üzerinde de bir mektup: ‘Bizi arama, taşındık. Evi de emlakçıya sattım’ diyordu. Mektupla bavulu da aldım. Arabaya koydum günlerce deli divane gibi dolaştım. İki tane çocuk göz göre göre gitmişti. En sonunda sokak çocuklarına sordum. Resimlerini gösterdim, tanıdılar. ‘Bizimle on gün beraberlerdi, şimdi İstanbul’a gittiler’ dediler. Allah nasip ederse şu kiraz sezonunda biraz para yapayım, ben de arkalarından gideceğim. Onları sokak sokak arayıp bulacağım, dedi.
Yine ağlıyordu. Yardım teklifimi kabul etmedi. Gözlerinin yaşını eliyle sildi ve geldiği gibi sokakta kayboldu gitti…