25 Ağustos 2009 Salı

Onur mu, kimin onuru?

Ramazan geldi, hoş geldi. Hoş geldi gelmesine de kimileri için boş geldi, kimileri için ise loş geldi.
Ekonomik kriz her ne kadar teğet geçti denilse de, açlık sınırının altında çalışanlar için (asgari ücretli) ya da işsiz kalıp eve ekmek dahi götüremeyenler için, çocuğunun ‘Baba bugünde mi iş bulamadın’ sözünü duymak zorunda olanlar için pek hoş gelmedi Ramazan.

İftar yemekleri verip, erzak dağıtarak ‘Biz bu yardımı yapıyoruz ey Bursa, bakın ne kadar hayırseveriz’ diyenler için ise Ramazan ayı (Reklam ayı) çok hoş geldi…

Allah’tan bazı kurum ve kuruluşların iftarları ve erzak yardımları var da, yüzde 40’ı oluşturan bu kesim bu ayı da kurtaracak, ekim ayına Allah kerim…
Tabii ki, bu iftarlar ve erzak yardımları doğru kişilere verilirse…

Bakıyoruz iftar kuyruklarına, adam arabasıyla geliyor.
Erzak dağıtımlarına bakıyoruz, evi var, arabası var, çalışmadığı için bu erzaktan nasibini almaya çalışıyor!

Peki, işsiz kalmış, kirasını ödeyemeyen, evine ekmek alamayanlar ne kadar düşünülüyor?
İftar ve erzak dağıtım için oluşturulan liste neye göre oluşturuluyor?

Bu dağıtımların bir de diğer yüzü var tabiî ki…
Siyasi ve reklam kokan bu yardımlar, insanı içten içe yiyor…

Kuruluş erzak yardımı yapacağı vatandaşları çağırıyor, çaresiz vatandaş da koşa koşa gidiyor (basının da davet edildiğinden, fotoğrafının çekileceğinden habersiz) bakıyor, basın mensupları görevleri icabı flaşları patlatıyor ardı ardına.
Resmi kurumların bile yaptığı sözde yardımı alanlarda ne onur kalıyor, ne de gurur…

Başını önüne eğiyor vatandaş, fotoğrafının çekilmesine müsaade diyor mecburiyetten. Çektirmese yardım alamayacak, evine ekmek, yağ, pirinç, şeker, çay vs. götüremeyecek…

Çok anlamlı bir söz var, bunu artık tüm dünya öğrenmiş benimsemiş ama maalesef ülkemiz insanı biliyor da bilmezlikten ya da anlamamazlıktan geliyor…

SAĞ ELİN VERDİĞİNİ, SOL EL DUYMAMALI…”

Bizde cümle alem duyuyor. Durum böyle olunca, ben de bir gazeteci olarak bu yardımların siyasilerin ve kurumların reklamlarından başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Bu durumda yapılan yardımların ne hayrı kalır, ne sevabı. Sevap ve hayır bekleniyorsa…

Gelelim iftar yemeklerine…

Bazı kurumlar da, lüks otellerde gösterişli iftarlar veriyor. O iftarın o geceki maliyetleri en az 5 binden başlıyor, 30 binlere kadar yükseliyor. Amaç birlik, beraberlik ama bu krizde bu paraların verilmesi doğru mu? Tartışılır…

Bursa’da 2 milyon 500 bin insan yaşıyor. Bu nüfusun 1 milyondan fazlası açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. 500 bin kişi evine ekmek götüremiyor. Ramazan ayı boyunca çeşitli kurum ve kuruluşların verdiği iftarların sayısı bin rakamı rahatlıkla buluyor. Hesaplandığında Ramazan ayında verilen iftar yemeklerinin toplam maliyeti en az 5 milyon TL’yi geçiyor. Türkiye genelinde ise korkunç rakamlara ulaşıyor. 30 milyonu açlık sınırının altında, 10 milyonu ölüm sınırında olan bir ülkede iftar yemeklerine bu kadar paraların verilmesi doğal mıdır?

İnsan onurunun ayaklar altına alındığı, krize rağmen iftar yemeklerine milyarların harcandığı, lüks otomobiliyle iftar çadırlarında fukaranın hakkını yiyenlerin olduğu bir ülkede Ramazan ayını idrak ediyoruz. Allah sonumuzu hayırlı etsin. Ramazan ayınız mübarek olsun…
Sevgiyle kalın…

31 Mayıs 2009 Pazar

İZMİRLİ Mİ, BURSALI MI?


Her İzmirli ve Bursalı, hiçbir zaman dönmese bile, bir gün mutlaka şehrine döneceği duygusuyla yaşar...
İZMİRLİ Mİ, BURSALI MI?
Bu soruyu kendime çok kez sordum. Bir taraftan doğup büyüdüğüm, gençlik yıllarımı geçirdiğim, hatıralarla dolu Türkiye’nin incisi İzmir… Diğer tarafta şuan yaşadığım, çok şeyler öğrendiğim, hayatta madalyonun diğer yüzü dedikleri gerçekleri gördüğüm, kentlilik açısında farkın olmadığı Türkiye’nin kalbi Bursa…

‘İZMİRLİ MİSİN, BURSALI MISIN?’ deseler, sanırım her ikisini de derim… Birbirine benzeyen o kadar çok güzellikleri var ki; Bir İzmirli ve bir Bursalı arasında ortak özellikler olduğu kadar farklılıklar da var tabiki…
Ne İstanbullu’ya, ne de Ankaralı’ya benzerler…
Türkiye’nin en çok konuşulan ve konuşturan ili neresi diye bir araştırma yapsalar, yapılan anketin sonucunda İzmir ile Bursa açık ara önde çıkar.

Öncelikle sizlere birbirine ne kadar yakınsa o kadar da uzak iki güzel ilimizden İzmir ile başlamak istiyorum…

Asfalyaları atmadığı sürece izmirliler insanları sever…

İzmir’de hemşerilik duygusunu aşan, daha farklı bir şey var. Her İzmirli, hiçbir zaman dönmese bile, bir gün mutlaka şehrine döneceği duygusuyla yaşar.
İzmir özgürlükler şehridir. Kordon’da iki gencin öpüşmesi olağandır bizim için. Bu manzaraya bir tek İstanbullular bakar ve şaşırır. Siz siz olun bir İzmirlinin asfalyalarını (sigortalarını) sakın attırmayın.
İzmirli hayata geniş bakar geniş düşünür, yüksek sesle konuşur, askerlikteki gibi…
İzmirli olmak benim için sıcakkanlılığı ifade ediyor. İzmirliler insan sever. Girdiği her ortamda, herkesi kucaklar. Rahatızdır, genişizdir. Çok tezcanlıyızdır. Çat kapı orda, çat kapı arkasında. Oynamadan duramayız, gülümsemeden yaşayamayız. Öyle kolay kolay karalar bağlayamayız.

Sıcak kanlıdır izmirli, tutkusu uğruna her şeyi yapar…

İzmirli olmak herkesten daha sıcakkanlı ve sosyal olmaktır. İzmir’de doğmuşsanız eğer gözünüzü sosyal bir dünyaya açmışsınızdır. Rahattır İzmirliler. Herkesten çok toleranslıdır. Tutkular uğruna yapılan her şeye tahammül gösterirler. İzmir, kadınların en özgür olduğu şehirdir. Gece vakti komşudan eve yürüyerek dönerler. Canları istediği gibi giyinir, dekoltenin keyfine varırlar. İzmir’in taşra sıcaklığında, metropol medeniyetinde bir yer olduğunu söyleyebiliriz.
İzmirli olsun olmasın herkes, kızını, yazını, zeybek havasını, kumrusunu, çiğdemini, Kemeraltı’nı, Kordonboyu’nu, Levanten ailelerini, gávur olup olmadığını, 35,5’unu, körfez kokusunu konuşur durur.

Simite gevrek, çekirdeğe çiğdem deriz, lafı uzatmayız…

Simite gevrek deriz, çekirdeğe çiğdem. Kordon elektrik aleti değil, Kumru da kuş değildir. Yengen’i yeriz. sigortaya biz asfalya deriz, uzatmayız. Gidiyom geliyom deriz.
Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz.
Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermiyorlar bizim İzmir'de, kızlarımızı da tavlayamazsınız, kızımızın canı çekerse, o seni tavlar!
Türkiye’de okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, beklemediğin anda beş parmağının sıcaklığını yüzünde hissedersin…
Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de. Saat kaç diye Saat Kulesi’ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile kafasını kaldırmaz saate bakmak için!

Çocuklarımızı kaybederiz, aceleye gelemeyiz…

Rahatızdır hem de çok... Çocukları Kemeraltı’nda kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, alışveriş bittiğinde adres bellidir, Kemeraltı Karakolu’ndan alırız çocuğumuzu... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan...
Aceleye işe gelemeyiz! Saat 20.00'da başlayacak programa 20.30’da geliriz...
35’imiz de var, 35 buçuğumuz da... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, makam arabasına yol vermeyiz.
İşte bunlar İzmirli olmanın özellikleri… Ha az kalsın unutuyordum. İzmir’de boyoz olmadan kahvaltı yapmayız…

Gelelim ülkemizin kalbi Bursamıza…

Yaşam alanları Zafer plaza, As merkez, tophane vb olan, Türkiye genelindeki yaşıtlarından en az 5 yaş büyük gösteren, sarışın ve yeşil gözlülerin ağırlıkta olduğu bir kenttir Bursamız…

Her babayiğidin kolay kolay keşfedemeyeceği çekici kızları… İstanbullu kızlara göre çok daha güzel ve daha süssüz olan kızlarımızın havalı olduklarını düşünmenizin sebebi yakından tanımamanızdır; zira Bursa'nın kızları İzmirli ve İstanbullu kızlar kadar rahat olamazlar. Çanakkale veya İzmir'den Bursa'ya gelip Kapalıçarşı'da gezerseniz başka bir ülkeye geldik zannedersiniz. Bursa'da kapalı kızların sayısı diğer illere göre daha fazladır. Çok göç alan bir şehir olduğu için her karakter ve özellikte kız bulabilirsiniz.

Bir tarafında dağ, bir tarafında deniz 4 mevsimi yaşabilme zevkine nail olarak büyümüş, İzmirlilerin namı kadar yaygın olmasa da güzellikleri ile konuşturan, hem büyük şehirde yaşayan hem de küçük şehir terbiyesiyle yetiştirilmiş olan kaliteli insanlardır Bursalılar...

Mehter Takımı, İskender Kebap, Uludağ, Kestane Şekeri, Kılıç Kalkan Dansı, Kaplıcalar, Havlu,
Ulu Cami, Yeşil Türbe, Çınarları, İpek, Karagöz ile Hacivat… Say say bitmez Bursamızın güzelliklerini…

Bursa dışında yaşamak zorunda kalanların en çok özlediği yerler, Altıparmak ve Heykel’dir… Karlarla süslenmiş Uludağımız vardır ama, kayak yapmak için çıkan Bursalı sayısı nüfusunda yüzde 5’i bile değildir. Hani derler ya, yanındaki güzellikleri göremez insan…

Kışın ortasında güneş açınca şaşırmayız, Haziran’da kar yağınca da gülümseyip geçeriz… Dışardan Bursa’ya gelenler, kentin havasına alışıncaya kadar birkaç defa nezle hatta bronşite kadar gider rahatsızlıkları…

Otomotiv kenti Bursamızda en fazla otomobil kullanan il olmamıza ve en pahalı otobüs ücretini ödememize rağmen tıklım tıklım doldururuz belediye ve halk otobüslerini… Haa unutmadan, her ilin terminalinde (otogar)otobüs firmalarının şehir içi servisleri bulunurken, bir tek Bursamızda yoktur servis-mervis… Dışardan yüklü miktardan çuvallarla eşya getiren, kiralar bir açık kasa araç, gideceği yere öyle gider…

Su sıkıntımız yoktur. Uludağ’ın deriliklerinden gelen çeşit çeşit tatlı sularımız vardır ancak, Türkiye’de en pahalı suyu biz kullanır, biz içeriz…

Cuma ve Bayram namazlarımızı mutlaka Ulucami’de kılmaya çalışırız. Türbelerimiz çoktur, dini günlerde, kandillerde dua okumaya, sıkıntılarımızda maneviyat tazelemeye gideriz. Evliyalar şehri olarak tabir edilen şehrimizde, adım başı türbe, cami ve tarihi yapıları ziyarete gelen onbinlerce insan, memnun ayrılır esnafımızın hizmet ve yakınlığından…

Adı üzerinde yeşil Bursamız… Her ne kadar yeşili yok etmeye çalışanlar olsa da, adım başı ağaçlık, yeşil alan bulunur kentimizde… Bulduğumuz ağacın altına sereriz kilimimizi, alırız çayımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu, yaparız pikniğimizi…

Bir Kırmızı-beyaz bir de yeşil beyazı severiz biz… Misafirperverliğimizin üzerine kimse çıkamaz ama, başka ilden Bursa’ya yerleşip de İstanbul takımlarını tutan olursa düşman oluveririz…

Kimileri Z yolu der, kimileri ise dağ yolu… Bursa manzarasını alırız karşımıza, elimize de soğuk bira, dünyanın en mutlu insanı oluveririz bir anda…

Dışardan gelip Bursa’ya yerleşenler, kente ve Bursaspor’a sevdalanırlar ister istemez…

Çayı koymayız, çay dökeriz… Yepyeni demeyiz, yesyeni deriz… miskete ve bilyeye cilli deriz…

Alışveriş merkezleri bizim sosyal alanlarımızdır artık… Her semtimizde bulunan 3-4 alışveriş merkezine bir şey almak için değil, gezmeye gider, kuru kalabalık yaparız…


İzmirli ve Bursalı arasında benzerlikleri de şöyle sıralayabiliriz…

İzmirliler balık yemeye Urla’ya gider, Bursalılar Mudanya’ya… İkisi de balık yemeden duramaz…

İki güzel ilimizde de Teleferik mevcuttur. İzmir’de Teleferiğe çıkarken körfez manzarası insanı kendinden geçirirken, Bursa’da doğa manzarasıyla çıkarsınız Teleferiğe… Teleferik konusunda tek farkı vardır İzmir’in… O da mangalınızı da yaparsınız, eğlencenizi de… Bursa’da henüz bu imkan yaratılmadığı için güzel insanımız bu zevkten mahrum bırakılmıştır yıllarca…

İzmir’de Karşıyakalılar 35’i kabul etmezler, 35.5 derler, İzmir’den ayrı tutarlar kendilerini… Bursa’da da Nilüferliler Bursa’dan ayrı tutar kendilerini…

İzmirimizin fuarı vardır meşhur… Bursamızın ise Kültürpark’ı… Luna park, yeşilliği, gölü çok şirindir… Kültürpark’ın kafeleri boldur, fuarın pavyonları… Fuarın alanı Kültürpark’tan büyük olsada birbirlerine çok benzerlikleri var iki yerimizin…

Cebimizde para yoktur ama İzmirliler olarak kıyafetin kralına dünyanın parasını harcarız, Bursalılar olarak ise ekmek alacak paramız olmasa da Bursaspor maçlarını izlemek için biletimizi herkesten önce almaya koşarız…

İzmirli sıcaktan bunalınca denize koşar, Bursalı Mudanya’da deniz olmasına rağmen havuza koşar…

İki ilimizin bir benzer özelliği de, şehrin belli noktalarında bulunan kötü kokuyu şikayet etmeden içimize çekeriz. İzmir’de Bayraklı yolu olarak bildiğimiz, Bornava’dan Alsancak’a doğru giderken Bayraklı semtinden geçen kanalın kötü kokusuna o kadar alıştık ki, arabamızın camını bile kapatma ihtiyacı duymayız… Bursa’da ise Panayır yolu olarak bilinen eski çöp alanının kenarından geçerken İzmirliler gibi hareket eder, kokuyu bir güzel içimize çekeriz.

İzmirliler siyasette sol ağırlıklı bir kenttir. Sol parti belediye başkan adayı olarak bir kukla koysa, hiç çalışmasa da seçimi çok rahat kazanır. Bursa ise, sağ ağırlıklı bir kenttir. Sağ iktidar partisinin gösterdiği adayın kazanmaması mümkün değildir. Sol Partiler Bursa’da Nilüfer’i, sağ partiler de İzmir’de Kemalpaşa’yı kesinlikle kaybetmezler (Son yerel seçimler hariç. 2009 yerel seçimlerinde Kemalpaşa'yı CHP kazandı)

İki ilimizde de Bulgaristan göçmeni yoğunluktadır. Son 10 yıl itibariyle iki ilimize de doğu ve güneydoğudan yüksek nüfusta bir göç yaşanmıştır.

Sonuç olarak güzel ülkemizin iki şirin ili olan İzmir ve Bursa’da yaşayanlar ve doğanlar her zaman ayrıcalıklıdır. Dünyanın güzelliklerini en çok tadan İzmirli ve Bursalılar, gurbete çıktıkları zaman dönmeseler bile birgün mutlaka memleketlerine dönecekleri arzusuyla yaşarlar. Çünkü, Türkiye’de iki tane yaşanacak, hatırları unutulmayacak ve uğruna ölünecek şehir var. Biri İzmir, diğeri Bursa…

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…


Yorumlarla ilgili kısa bir not:
Gerek Facebook'ta, gerekse blog sayfamda olumlu ya da olumsuz tüm eleştiriler için teşekkür ederim. Bu makale ile İzmir ve Bursa ile İzmirli ve Bursalı'yı tanıtmaya, bilmeyenler için anlatmaya, özleyenler için (benim gibi) hasret gidermeye çalıştım. Bursa'da yaşıyorum, çünkü seviyorum. İzmir'i özledim çünkü seviyorum. Tabiki Türkiye'nin 81 ili çok güzel. Burada kesinlikle bir ayrımcılık değil, yaşadığım illeri elimden geldiğince, duyduklarımla, gördüklerimle makaleye dökmeye çalıştım. Kusurumuz olduysa affınıza sığınıyor, bir sonraki makalemde görüşmek dileğiyle saygılar sunuyorum...)

25 Mayıs 2009 Pazartesi

fx15 lida yılan yağı karınca yumurtası xacc

R10 moderatörü "Dekan" 5.000 TL Ödüllü 5. seo yarışmasını başlattı. Yarışma 24 Mayıs 2009 Saat 22:00'de start alırken, 7 Eylül 2009 Saat : 21:0'de sona erecek...
Anahtar kelime fx15 lida yılan yağı karınca yumurtası xacc olarak açıklandı.
Kurallar ise şöyle:
KURALLAR :
- Anahtar kelimesinde Lida, FX15, Biber Hapı, geçen ve Seoogle'ın düzenlemediği herhangi bir seo yarışmasına katılamazsınız. Bu yarışmalarda yer alan site sahipleri her 3 seo yarışmamızdan da diskalifiye edilecektir. Taklite ve özenilmeye alışkınız ama tepki vermemiz gereken terbiyesiz durumlar yaşatıldığında katı kurallar almak zorundayız, bizi ayakta tutan prensiplerimizdir.
- Yeni, eski , free, ücretli farketmeksizin her domain ve blog servisi ile katılabilirsiniz.
- Sitenizden link satışı yapabilirsiniz ANCAK yarışma kelimesinde geçen keywordlere sahip sitelere satış yapamazsınız. Yarışmaya katılan bir bloga satıyorsanız sorun yok.
-Bir yarışma sitesi tek bir derece sahibi sayılacaktır, örneğin sonuçlanacağı gün site hem 1.dir hemde google o sitenin bir alt sayfasını 2.göstermektedir, bu durumda 1.lik ödülü alır 2.lik bir alttaki siteye devrolur. Ancak aynı kişiye ait 2 FARKLI site dereceler alırsa tüm aldığı dereceler geçerli sayılacaktır.

- Kurallar bellidir, yarışma gidişatına göre yine kural ekleme ya da silme hakkımızı saklı tutuyorum, bu başlığı takip etmek sizin sorumluluğunuzdadır. Takip edilip kural ihlali tespit edilen siteler uyarılmaksızın diskalifiye etme hakkımızı da belirtmeliyim.Lütfen tüm şartları takip edelim ve yerine getirelim.

Satışı dolayısıyla Seoogle adıyla düzenlenen son yarışmadır, bundan sonraki organizasyonlarda yeni isim kullanılacaktır.

22 Mayıs 2009 Cuma

Merhaba...

İlk yazıma başlamadan önce, memleketim Bursa'da yayın yapan gundem16.com haber editörü Mesut Demir'e blogunda köşe yazısı yazmam için tanıdığı fırsattan dolayı teşekkür ediyorum.
Ben İstanbul'da muhasebeci olarak çalışıyorum. Aslen Bursalı olup, Bursa haberlerini ve gazetelerini www.gundem16.com adresinden takip ediyorum.
Yazılarım hem Bursa, hem de ülkemizi ilgilendiren güncel konulardan oluşturmayı düşündüm. İlk defa köşe yazısı yazmanın heyecanını da taşıyorum. Hatalarım olursa affınıza sığınıyorum.

İlk yazımda size organ mafyasıyla ilgili bir duyumumu paylaşmak istiyorum. Organ mafyası her geçen gün insanları tehdit eden büyük bir tehlike. Bunun için her ne kadar önlem alınsa da bu tabiki yeterli değil.
Gencin biri otobüs durağına yakın bir bankta otururken, yanına 1 kişi oturur. Ardından o kişinin 2 arkadaşı da ellerinde 3 çay ile gelirler. banka oturan kişi bana neden çay aldınız, ben çay içmem der. O zaman banktaki gence sen içmezmisin diye taklifte bulunurlar. ısrarlara dayanamayan genç çayı alır ve içer. Çayı içtikten sonra başı dönen genç oyuna geldiğini anlar. Hemen otobüs durağına gider. Diğer 3 kişi de peşinden gelir. Genç otobüse biner, diğerleri de peşinden biner. otobüste yakın arkadaşını arayan genç, durumu izha eder ve kendisini otobüsten almasını ister. Yakın arkadaşı genci otobüs durağında bekler. Otobüsten inen genç, yakın arkadaşının üzerine düşer ve bayılır. Diğer 3 kişi de otobüsten inmiştir. Durumu polise bildiren arkadaşı, diğer 3 kişinin yakalanmasını ister. Ama polisi gören 3 şahıs ortadan kaybolur. Arkadaşını hastaneye kaldıran genç doktorun sözleri üzerine şok olur;
'Getirmekte geç kalsaydınız kaybetmiştik. Aşırı derecede öldürücü hap almış' der.
Sözüm meclisten dışarı, organ mafyaları her tarafı sarmış durumda. Siz siz olun, tanımadığınız insanların verdiği ikramı ne olursa olsun kabul etmeyin. Eğer o genç arkadaşını aramamış olsaydı, organları alınarak hayata veda edecekti.
Yeni yazılarımda görüşmek dileğiyle...

ozlemsever1984@gmail.com