8 Ekim 2010 Cuma

Hasan ağabeyin suçu ne?

Geçenlerde elime Ramazan Günhan’ın çıkardığı ‘İmtihan dünyası’ adlı kitap elime geçti. Gerçekten esinlenerek yazılan ilginç yazıları okuyunca etkilenmemek elde değil…
Aslında…
Yazılanları okumak bir yana ders çıkarmak daha iyi olur sanırım. Çünkü, insanoğlunun başına ne geleceği belli olmaz.
Ramazan Günhan’da kitabının bir bölümünde bir arkadaşının başından geçen olayları anlatmış. ‘Hasan abinin başına gelenler’ başlığıyla kaleme almış yazısını…
Bu hikayenin benzerleri belki de düzenbazların, dolandırıcıların kol gezdiği büyükşehirlerde yüzlercesi yaşanıyor.
İşte Ramazan Günhan’ın kaleminden o hikaye…
Evin ihtiyaçlarını almak için markete doğru giderken bir seyyar satıcının:
-İznik kirazı, taze kiraz, diye bağırdıklarını duydum. İster istemez bakmıştım. Satıcıyı tanıyordum. Daha önce köylerinde görev yaptığım Hasan abiydi. O’nunda beni tanımasını sağlamak için kirazın fiyatını sordum:
-3 liraya beyim, daha bugün koptu dalından, dedi. Yüzüme bakmıyordu bile. Yüzüme baksa mutlaka tanıyacaktı. Ben yüzüme bakması için biraz daha pazarlık yapmak istedim.
-İki liradan ver de iki kilo alayım, dedim
Yüzüme baktı:
-Hocam, kusura bakma tanıyamadım, sana aldığım fiyattan da olur, bedava da olur, dedi.
Hasan ağabeyinin seyyar satıcılık yapması beni hayli şaşırtmıştı.
-Hadi şu caminin çay ocağına oturalım. Hem camiye gelenlere de satarsın. İmam benim tanıdığım olur, cemaate satmana da müsaade eder, dedim.
Hasan ağabey beni kırmayarak caminin önüne arabayı koydu. Çay ocağından da çay söyledik. Hasan ağabeye:
-Hayrola, neden bu işi yapıyorsun, dedim.
Şapkasını çıkardı, tabureye koydu, bir sigara yaktı. Derin derin iç çekti, konuşmaya başladı:
-Sorma başıma gelenleri hocam. Sen köyden ayrıldıktan sonra eşimi kaybettim. Zamanında doktora yetiştiremedik. 4 çocukla köy yerinde kala kaldım. Hayvanlardan koyunları elden çıkardım. Keçiler kalmıştı. Koyunların parasıyla da Bursa’dan alt mahallelerden tek katlı bir ev almıştım. 2 yıl evlenmedim. Derken bir kış günü bizim köye Bursa’dan tavşan avı için gelmişler. Ben de onlara dağlarda rehberlik yaptım. Çok yorulup, üşümüşlerdi. Hayvanları topladım, onları da alıp eve geldim. Sağolsun annemin o zamanlar eli ayağı tutuyordu. Allah ne verdiyse yedik, içtik. Gece onlara av da yaptırdım. Benden memnun kaldılar. Giderken de bana Bursa’daki adreslerini verdiler. Aradan 5-6 ay geçmişti. Keçiler için ilaç almaya gitmiştim. Şu arkadaşlara da bir uğrayayım dedim. Keşke uğramaz olsaydım.
-Yoksa bir kötülük mü yaptılar sana?
-Hem ne kötülük adam… adam, ‘İlla ki eve gideceğiz’ dedi. ben de kıramadım evde. Adamın dul bir baldızı vardı. Sanki bana tezgah kurmuşlardı. Yemek yedik, çay içtik. Beni o gün bırakmadılar. Benim bekar olduğumu bildikleri için kadın kendisi bana evlenme teklifi yaptı. Şaşırdım kaldım. Dört çocuğum var dedim ama her türlü mazeretimi kabul ediyorlardı. Sadece Bursa’ya taşınmamı istiyorlar ve evi kendi üzerime yapmamı istiyordu. Onun da 15-16 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Ben düşünmek için zaman istedim, ama peşimi bırakmadılar. Hayvanları sattım. Çoluk çocuğu da alıp Bursa’ya taşındık. Ve evi de kadının üzerine yaptım. Bir de sebze dükkanı açtık. Üç beş ay her şey iyi idi. Kadın bana da çocuklara da önceleri çok iyi davrandı. Sonra gerçek yüzü ortaya çıktı. Kızlara da oğlanlara da çok kötü muamele yapıyordu. Kızların biri 16’sında birini de 17’sinde kendi köyümden evlendirdim. Onlar bari kurtuldular hocam. Ama oğlanları telef ettik…
Korkumdan bir şey soramadım. Baktım ağlıyordu. O’nun bu durumu beni çok üzmüştü. Bu arada camiye gelenler kiraz almak için arabanın başına toplanmışlardı.
-Hasan ağabey, istersen şu müşterilerine bir bakıver, dedim.
Eliyle gözyaşlarını sildi ve müşterilerle ilgilenmeye başladı. Onun işinin bittiğini görünce yeniden iki çay söyledim. Hasan ağabey yine anlatmaya devam etti:
-Kızlar kurtuldular ama oğlanlara yazık oldu hocam. Ben evden çıkınca onları odunla dövmüş. ‘Bu eve gelmeyin, sizi istemiyorum. Bu ev zaten benim defolun gidin’ demiş. Çocuklar birkaç defa bu durumu bana anlattılar, ama ben uyanamadım. Bu kadar kötü olabileceğini düşünemedim. Mehmet 14, Ali de 15 yaşındaydı. Bir gün öğleye doğru eve geldim. Anahtarım yanımda olduğu için kapıyı açtım girdim. Salonda koltuklar, halılar kan içindeydi. Kızıyla ben gelmeden bu kanları temizlemenin gayreti içindeydi. Beni görünce şaşırdılar ama biraz sonra da çirkefliklerini ortaya koydular. Meğer çocukları ana-kız dövmüşler, evden atmışlar. Sinirimden ne yapacağımı şaşırdım. Hemen çocukları aradım. Mahalle mahalle dolaştım. Ama yoklardı, o gece eve gitmedim. Ertesi günü gittiğimde de kapı kilitli idi. Kapının önünde bir tane bavul duruyordu. Üzerinde de bir mektup: ‘Bizi arama, taşındık. Evi de emlakçıya sattım’ diyordu. Mektupla bavulu da aldım. Arabaya koydum günlerce deli divane gibi dolaştım. İki tane çocuk göz göre göre gitmişti. En sonunda sokak çocuklarına sordum. Resimlerini gösterdim, tanıdılar. ‘Bizimle on gün beraberlerdi, şimdi İstanbul’a gittiler’ dediler. Allah nasip ederse şu kiraz sezonunda biraz para yapayım, ben de arkalarından gideceğim. Onları sokak sokak arayıp bulacağım, dedi.
Yine ağlıyordu. Yardım teklifimi kabul etmedi. Gözlerinin yaşını eliyle sildi ve geldiği gibi sokakta kayboldu gitti…

18 Eylül 2010 Cumartesi

Zengin olmanın sırrı…

Hayatta herkesin hayalinde zengin olmak mutlaka vardır. Pahalı arabalar, havuzlu, bahçeli bir villa, ünlü modacıların tasarladığı giysiler, muhteşem otellerde tatiller herkesin hayalini süsler…
Zengin olmak için eskiden belli meslekler vardı; doktor, mühendis, avukat, bankacı, müdür veya CEO olmak. İdeallerini belirli mesleklerle sadece zengin olunur gibi tasarlayanlar, bu mesleklerde değillerse, çaresiz kaldılar demektir. Hele müdür, Ceo, başkanlık, üst düzey yöneticilik için belirli bir yaşta olmanız gerekiyor.
‘Ben yaşlanmayı beklemek istemiyorum’ diyenler için sanal alemde bir çok yazılar yazılmış, önerilerde bulunulmuş. İnsanın aklına gelen ilk cümle şu oluyor: “Bu öneride bulunan insanlar neden kendileri zengin olmuyor?”
Hoca misali…
‘Hoca’nın dediğini yap, yaptığını yapma’ gibi…

Size bir gerçekten esinlendiği belirtilen bir hikaye anlatayım…
Günlerden Cuma...
İzmir’de hamallık yapan cahil bir adam Karşıyaka’dan Konak’a Cuma namazını kılmaya gider. Cuma namazında imam hutbe okumaktadır:
“Kim ki bir şeye inanır, ihlas ile besmele çekerse, o şeyi her ne olursa olsun onu yapar. Mesela, suda yürümek isteyen insan, kalben inanır ve ihlas ile besmele çekerse, o suda ya da denizde yürür”
İmamın bu sözlerini duyan hamal, cami çıkışı tekneye binmek yerine suyun üzerinden Karşıyaka’ya yürüyerek gider. Eşi sorar:
“Hayırdır bey, bugün erken geldin eve”
Hamal büyük bir keyifle durumu anlatır. Eşi:
“O hocayı yemeğe çağıralım” der.
Hamal, ertesi günü yine Konak’taki camiye gider. İmamı yemeğe davet eder. Yemek teklifini kabul eden imam ile hamal Konak’tan Karşıyaka’ya geçecektir. Hamal, ihlas ile besmele çekerek denize yürümeye başlar. Bakar ki imam yok yanında…
Deniz kenarında bekleyen imama seslenir:
“Hocam haydi gelmiyor musun?”
Tekneyle gideceklerini zannederek büyük şok yaşayan imam:
“Arkadaşım sen epey yol almışsın, inanmışsın. Senin yolun açık olsun. Ben daha o mertebeye gelemedim” der…

Bu hikayeden sonra sanalda yazılan ve insanların umudu olan “Zengin olmanın sırrı” gibi önerileri yazanların yazdıklarına inanmadıklarını ve umut dağıttıklarını görüyoruz.
Şu da unutulmamalı ki;
Bu önerileri dikkate alarak, inanarak uygulayanların da zengin olduklarını ve o öneriyi aldıkları sitelere teşekkür yazısı yazdıklarını da görüyoruz.
İnanıp inanmamak sizlere kalmış…

İşte zengin olmanın sırları…

1) Kararlı Olun

Bir işe girmeden önce nasıl bir iş yapacağınıza karar verin. Bunun anlamı şu: Nasıl bir marka üreteceğinize karar verin, markanızın servis olanaklarını sağlayın, satış yetkinizi çoğaltın. En iyisini yapmak için başkalarıyla beyin fırtınası yapın…

2) Dosya Hazırlayın

İş dünyasına girdiğinizde, markanızı yaratırken internet aracılığıyla imalatçılarla iletişim kurmaya çalışın. İmalatçılarla tanışmadan önce düşüncelerinizde kararlı olduğunuzu gösterin. Ticari markanızda ve patentinizde herhangi bir sorun olmadığını göstermeye çalışın. Franchise verip vermeyeceğinize karar verin. Bu konuda size yardımcı olabilecek internet adreslerinden yararlanın…

3) Piyasa Araştırması Yapın

Dosyanızı güvendiğiniz başka insanlara gösterin, beğenip beğenmediklerini, daha iyi olup olamayacağını sorun. Görüntünüze önem verin. Potansiyel müşterilerinizi gösteren bir araştırmayı ürününüzle birlikte sunun. Bunun için marka çalışması yapan firmalardan destek alabilirsiniz…

4) Sermaye Çalışmalarına Başlayın

Ne kadar para ile başladığınız hiç önemli değil ama mutlaka bir şirket kurmak için çok paraya ihtiyacınız olacaktır. Bunun için kredi almayı düşünebilirsiniz. Banka müdürleriyle konuşarak hangi şartlarda kredi alabileceğinizi öğrenin. Düşünceleriniz için size kaynak sağlayacak sponsorlar bile bulabilirsiniz…

5) Kendinize Hedef seçin

Gerekli çalışmaları tamamladıktan sonra kendinize haftalık, aylık ve yıllık hedefler belirleyin ve onlara göre hareket edin. Başarınızın engellere takılmaması için ulaşabileceğiniz hedeflere göre hareket etmelisiniz. Böylece hiçbir zaman motivasyonunuzu kaybetmezsiniz…

8 Eylül 2010 Çarşamba

‘Hayırlı’-‘İyi’ bayramlar…

Uzun yıllar sonra bayram ile seçimi bir arada yaşıyoruz. Tabii bu seçim biraz daha farklı… Birileri milletvekili veya belediye başkanı olmuyor. Yeni anayasa seçiliyor.
Velhasıl…
Ramazan ayı boyunca, mübarek ayın hikmetinden daha çok referandum tartışıldı. Kimi partiler ‘evet’, kimi partiler ise ‘hayır’ oyu için gece gündüz çalıştı.
‘Evet’çiler hayır kelimesini rafa kaldırarak ‘İyi’ kelimesini dillerine dolarken, ‘Hayır’cılar ise iyi kelimesini lugatlarından çıkararak ‘Hayırlı’ kelimesiyle halkın karşısına çıktı, kapı kapı dolaştı.
Nitekim...
Bir bayramın uzun yıllar sonra bir seçimle karşımıza gelmesiyle yine bayramdan çok referandum konuşulacak. Kim ‘Evet’ kim ‘Hayır’ diyecekleri duyacağız gazetelerde, televizyonlarda…
Eski bayramları özleyen vatandaşlar ise, bu durumdan ciddi şekilde sıkılmışa benziyor.
Hatta…
‘Şu referandum bitse de kurtulsak’ diyenler bile var. Ama nafile. Çünkü, referandum sonrası genel seçim startları veriliyor hemen ardından…
Bir de şimdiye kadar yaşanmayan bir olayı yaşadık Ramazan ve referandum süresince.Toplumun ileri gelen kişileri ve kuruluşları basının karşısına çıkarak, “‘Evet’ ya da ‘Hayır’ oyu kullanacağım” açıklamaları yer aldı.
Bence bu açıklamalar vatandaşları etkileyecek bir durum değil. Kim ne demiş, neden demiş? Kimin umurunda…
Benim yurdum insanı, son güne kadar bekler, siyasileri dinler, sandığa gider, siyah örtülerle kapalı o küçük odacıkta kararını verir ve oyunu atar.
Tıpkı ibadet gibi…
Allah ile kul arasında gerçekleşen bir olay. O’nun kime oy verdiğini sadece Allah ile kendisi bilir… Eşi dahi bilemez kime neden oy verdiğini.
Şimdi bu yazımı okuyan herkes, benim oyumun rengini yazacağımı düşünüyor. Ama ben burada oyumun rengini yazmayacağım.
Çünkü…
Ben de kararımı sandıkta o küçücük odacığın içine girince vereceklerdenim. Basının karşısına geçip de, “ben ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ diyeceğim” diyenlerden değil.
O yüzden…
Yazımın başlığını bayram kutlamasıyla atayım dedim ama, ‘İyi Bayramlar’ desem, ‘Bu evetçi’ diyecekler. ‘Hayırlı bayramlar’ desem ‘Bu hayırcı diyecekler’ iyisi mi ikisini bir yazayım dedim.
Ancak…
Şu da aklımdan geçmedi değil. Önce ‘Hayırlı’ ya da ‘Evet’ yazdın, ‘Sen hayırcısın-evetçisin’ diyenler de olacaktır. Referandumun ülkemiz için ‘Hayırlı-İyi’ olmasını diliyorum.
Gelelim Ramazan Bayramı’na…
Eski bayramları o kadar özlüyoruz ki, bunu ne kadar dillendirsek de yine bildiğimizi yapıyoruz.
TV ve bilgisayar başından kafamızı kaldıramıyoruz nedense...
Her ne olursa olsun, yine de bayramlar insanların hoşgörü, kardeşlik ve sevgi duygularını ön plana çıkarıyor. Sadece bayramlarda değil, yılın her ayında, her gününde hoşgörü, sevgi ve kardeşlik duyguları ön planda olmalı.
‘İnsanları sevin Yaratan’dan ötürü’ sözünü hiçbir zaman unutmamak lazım. Yoksul, fakir ve fukarayı da unutmamak lazım bayramlarda. Evine 1 ekmek bile alamayan insanları unutmayıp, halimize şükretmek lazım.
Gundem16.com okurlarının Ramazan Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyor, daha nice bayramlar diliyorum.
Her şey gönlünüzce olsun, her gününüz bayram olsun…
Sağlıcakla kalın…

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Süper gecenin yıldızları…

Süper Kupa maçında beklenen, özlenen, şampiyona yakışır bir Bursaspor’dan uzak bir takım çıktı ortaya…
Trabzonspor, iyi organize oluyor, takım oyunu oynuyor, goller atıyordu. Bursaspor ise, iyi mücadele etmesine rağmen bir şeylerin eksiliğini yaşadı kupa maçında…
Acaba…
Futbolcuların ayakları yere mi basmıyordu? Yoksa sahaya çıkan 11’de mi bir eksiklik vardı?
ATV ekranlarından izlediğim ve Gundem16.com okuyucularına canlı anlatım yapmaya çalıştığım Süper Kupa maçında, Kirita’nın sakat olmasına rağmen ilk 11’de sahaya sürülmesini anlayamadım. Bunun yanında Sercan’ın yerine Turgay’ın oynaması, İbrahim’in formundan uzak futbolu da eklenince takımda nelerin eksik olduğunu gördük.
Ertuğrul hoca da bu eksiklikleri ilk yarıda görüp ikinci yarıya Kirita’yı oyundan alarak başladı…
Ardından…
Karşılaşma 2-0 olduktan sonra Batalla’nın yerine Sercan’ı oyuna dahil etti Ertuğrul Sağlam… Turgay-Sercan değişikliği daha iyi olurdu ancak, skor 2-0 iken Turgay’ın çıkması yanlış olurdu…
Durum 3-0 olduktan sonra da İbrahim’in yerine serdar oyuna dahil edildi…
Ozan İpek’i sahada tanıyamaz halde görmek üzücü tabiî ki… Takımın en iyileri ise, mücadeleyi bırakmayan takımın kaptanı Ömer, sol kanatta mekik dokuyan Vederson, 3 gol yemesine rağmen 4 güzel kurtarış yapan kaleci İvankov ve ilk yarıdaki muhteşem futboluyla Batalla…
Sonuçta Süper Kupa’yı kazanan Trabzonspor oldu…
Süper Kupa maçı için saatlerce yolu çeken, skorun 3-0 olmasından sonra bile takımını desteklemeye devam edip, tribünlerde meşhur atkı şovlarını yapan 30 bin civarında Bursaspor taraftarları, her maçta olduğu gibi bu maça da damgasını vurdu…
Teşekkürler Bursaspor’un centilmen taraftarları… Teşekkürler Ertuğrul Sağlam… Teşekkürler Yeşil Beyazlı formayı terleten Sağlam’ın talebeleri…
Kupa töreni öncesinde dikkatlerden kaçmayan bir ince ayrıntı daha vardı gecede…
Trabzonspor taraftarları, madalyalarını alan Bursasporlu futbolcuları ve Ertuğrul Sağlam’ı alkışlayarak “Şampiyon Bursaspor” tezahüratlarını yapmaları, futbol sahalarında hep görmek istediğimiz görüntülerdi…
Adına ister Anadolu dayanışması deyin, ister şampiyonluk kardeşliği…
Süper gecenin yıldızı her iki takımın taraftarlarını alkışlıyor, Süper Lig’deki diğer takımların taraftarlarına örnek olmasını temenni ediyorum…
Sevgiyle kalın…

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Burası Bursa, İstanbul değil!

Şampiyon Bursaspor’da önümüzdeki sezon hedefi ortada… Şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi’nde finale kadar gitmek…
Ayrıca…
Geçen sezon şansız bir şekilde elendiğimiz Türkiye Kupası…
Bu 3 kulvarda mücadele etmek, başarıyı yakalamak için Ertuğrul Hoca’nın çabalarını da görmezlikten gelmek, istek ve arzusunu futbolculara aşılamaya, motive etmeye çalışmasını iki gözü görmeyen bir insan bile çok rahatlıkla görüyor.
Fakat…
Kulübün ya da Ertuğrul Sağlam’ın da görmediği, gözden kaçırdığı noktalar var. Hatta…
Basının bile görmediği, magazin muhabirlerinin gözden kaçırdığı nokta…
Bazı futbolcuların eğlence mekanlarından çıkmadığı, sabahlara kadar eğlendiği gelen bilgiler arasında…
Bu demek değildir ki, gerçekten doğru bir haber. Kimsenin günahını almak istemeyiz ama aynı olayı birkaç yerden duyulunca, insanın içine kurt düşüyor bir kere…
Bursaspor’un Dardanelspor ile oynadığı maçtan bir gün önce aralarında Ozan İpek’in de bulunduğu 3 genç oyuncunun Almira Oteli’nde sabahın erken saatlerine kadar eğlendiği iddia ediliyor.
Dahası…
Almira Oteli’nden çıkarken görülen oyuncuların bazı Bursasporlu taraftarlarla tartıştığı, ardından taraftarların takip ettiği oyuncuların Mudanya istikametine doğru giderken izlerini kaybettirdikleri öne sürülüyor…
Doğruluğu tartışılır ancak 3-4 yerden aynı konunun dile getirilmesi şüpheleri arttırıyor.
Bu olaylar Gençlerbirliği’nden Fenerbahçe’ye transfer olan ve soluğu İstanbul gece kulüplerinde alan dönemin yıldızı parlayan oyuncusu Tarık gibi birkaç oyuncuyu akıllara getiriyor.
Ozan olsun, Sercan olsun genç oyuncular, geleceğin yıldızları…
Belki de…
Şampiyonlar Ligi’nde tarihin en büyük başarısına imza atacak oyuncular bile olabilir…
Ama idmandan sonra sabahlara kadar eğlence mekanlarında boy gösteren, maçın oynanacağı günün gecesinde alemlere akan bir oyuncudan ne başarı ne de gol bekleyemezsin…
Bursaspor, 47 yıl aradan sonra lig şampiyonluğuna ulaştı. Bugünlere gelinceye kadar neler çektiğini ancak Bursaspor taraftarları bilir. Bursaspor taraftarlarının en büyük özelliği sevdim mi tam sever, sevdiğinde Allah’ına kadar sever.
Bursaspor taraftarı önümüzdeki sezon için Sağlam ve talebelerine inanıyor, güveniyor. Bu inancı ve güveni yok saymanın doğru bir davranış olmadığını düşünüyorum.
Burası İstanbul değil…
Burası 3 büyük kulüp de değil…
Burası Anadolu diyarı Bursa…
Ne olur kendinize çeki düzen verin. İstanbul takımlarından birine gittikten sonra ister alemlere akın, isterse 24 saat eğlenin. Ama bu davranışları Bursa’da yapmayın…
Ayağınız yere basmazsa felaket gelir, şanlı Bursaspor taraftarının hayalleri yıkılır.
Yıkmayın hayalleri, akmayın alemlere… Bursaspor taraftarı sizden çok şey bekliyor… Türkiye’nin en büyük taraftarına ve formasını giydiğiniz, ekmeğini yediğiniz bu kulübe lütfen biraz saygı gösterin…
Sevgilerimle…

27 Mayıs 2010 Perşembe

Şampiyon Bursaspor tarih yazdı

Fenerbahçe’nin Ankaragücü’nü 3-0 yenmesinin ardından Bursaspor’da taraftarlar başta olmak üzere herkes şampiyonluğun gittiğini düşünüyordu…
Tüm Türkiye’de basına verilen demeçlerde Bursaspor’un gönüllerin şampiyonu olduğu açıklamaları yapılarak bir şekilde Fenerbahçe’nin ipi göğüsleyeceğine inanılıyordu…
Ancak…
Bu teoriye inanmayan birileri vardı…
Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı, Teknik Direktör Ertuğrul Sağlam ve talebeleri…
Bu isimler dışında kimsenin umudu kalmamıştı şampiyonluktan…
Hatta taraftarlar, Beşiktaş maçında şampiyon olunamasa bile kutlama yapmak istediklerini belirtiyorlardı…
Bursaspor yönetim kurulu, şampiyon olunamasa bile Beşiktaş maçı sonrası temsili şampiyonluk kupası vereceklerdi futbolculara…
Maç günü geldi, Bursa sokak ve caddelerinde maç saatinde polislerden başka kimse kalmamıştı…
Stada giremeyenler Kültürpark’a akın etmiş, oradaki kafelerde dev ekrandan maçı izliyorlardı…
Karşılaşma başladı, tribünler tıklım tıklım dolmuştu…
İlk yarıda belki de maçın en kritik pozisyonu yaşandı. Beşiktaş’lı İsmail’in 90’a giden topunu çıkaran kaleci İvankov, şüpseiz şampiyonlukta büyük payı oldu…
Ve ilk geldiği günden buyana hep yazdığım Bursaspor’un Alex’i Batalla’dan gelen muhteşem gol şampiyonluğun kapılarını aralamıştı…
Ali Tandoğan’ın golüyle rahatlayan Bursaspor’da artık herkes Kadıköy’den gelecek haberleri bekliyordu…
İlk haber Fenerbahçe’nin 1-0 öne geçtiği yönündeydi… Tam bu sırada ikinci bir haber geldi: Fenerbahçe: 1 Trabzonspor:1…
Herkes dua ediyordu, maçın böyle bitmesi için…
Dakikalar ilerledikçe heyecan doruğa çıktı ve her iki maçın bitmesinin ardından Bursaspor tarih yazdı…
Tam bu sırada…
Fenerbahçe’nin de yanlış anonsla şampiyonluk kutlamaları yaptığını öğrendik…
Onların da sevinmeye hakkı vardı tabiî ki 5 dakika da olsa…
Ne olsa ligi ikinci bitirmiş, son haftaya lider girmişlerdi…
Şampiyonluk coşkusu sadece Bursa’da değil Türkiye’nin dört bir yanında kutlanmaya başlamıştı…
İhlas Haber Ajansı’ndan dönen haberlere baktığımızda, ilk kutlama Çorum’dan geldi…
Ardından…
Kardeş kulüp Ankaragücü, İzmir, Balıkesir, Şanlıurfa ve şampiyonluğun gelmesinden Bursaspor’un önünü açan diğer bir Anadolu takımı Trabzon…
Bursaspor, ligde bir devrim yarattı…
Kuruluşundan bu yana ilk defa gelmişti şampiyonluk…
Belki bir daha olamayacak…
Kim bilir belki de o sene, önümüzdeki sene de olacak…
Bursaspor’un kasası parayla doldu…
Artık bundan sonra önümüze bakmalı…
Şampiyonlar Ligi için Sağlam transferler yapmalıyız…
Başta Başkanımız İbrahim Yazıcı, hocamız Ertuğrul Sağlam, teknik heyet, futbolcular ve Türkiye’nin en büyük taraftarlarına teşekkür ediyor, başarılarını kutluyorum…
Kim ne derse desin hak ederek şampiyonluğu alan Osmanlı kenti Bursaspor, İstanbul’u fethetti…
İnşallah Avrupa’da ve önümüzdeki sezonda da bu başarılar devam eder…
Sağlıcakla kalın…

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Kupa maçında ‘Aziz’lik mi var?

Turkcell Süper Ligi’n lideri Fenerbahçe, Trabzonspor ile oynadığı kupa finalinde terim yerindeyse Türkiye Kupası’nı hediye etti.
Maçın ilk yarısında pozisyona bile giremeyen Fenerbahçe, ikinci yarı başında Alex’in şık golüyle 1-0 öne geçmişti…
Her şey buraya kadar normal görünüyor ama…
Golden sonra ne hikmetse Daum, orta sahanın bel kemiği Emre’yi çıkartıp formsuz Deivid’i oyuna dahil etmek istedi.
Tam bu sırada…
Trabzon’un Umut’la gelen beraberlik golü maçın atmosferini değiştirdi diye düşünürken…
Emre’yi oyundan alan Daum, maçın 87. dakikasına kadar 2-1 mağlup olmalarına rağmen kenarda bekleyen Semih ve Gökhan Ünal’ı almayı aklından bile geçirmedi.
Alex’in gezinmelerinden tutun kaleci Volkan’ın şutları seyretmesine, Mehmet Topuz’un havaları sonucunda Trabzonspor, isteksiz Fenerbahçe’nin elinden kupayı hiç zorlanmadan aldı.
Bunun yanında…
İnsanın aklına öyle senaryolar geliyor ki…
Bunlardan en önemlisi de, sezon başında taraftarlarına 3 kupa sözü veren Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın şampiyonluk yolunda son maçta Trabzonspor maçını düşünerek kupayı verdi mi acaba?
Maça bakıldığında Aziz Yıldırım, Fener gol atınca sevinmiyor, rakip gol atınca hiç tepki vermiyor. Ne oldu bu Aziz’e de, vurdum duymaz davranıyor?
Ne mi oldu? Hemen söyleyelim…
Fenerbahçe, kupayı alsaydı ne kadar alacaktı? 1 milyon 500 bin lira…
Kupayı alamasaydı ne kadar alacaktı? 900 bin lira…
Peki siz olsanız, 600 bin lirayı mı tercih edersiniz yoksa 100 milyon lirayı mı?
Aziz Yıldırım’ın maçtaki rahatlığına bakılırsa 100 milyonu tercih ettiği görülüyor. 27 yıldan buyana Türkiye Kupası’nı alamamış, bu sene de müzesine götürmese ne değişecek…
Ama şampiyon olamazsa çok şey değişecek…
Bu hafta Ankaragücü maçı ligin şampiyonunu belirleyecek. Tabi Aziz Yıldırım ile Melih Gökçek arasında gizli bir anlaşma daha olmazsa…
Son maça kalırsa, açıkça söylüyorum Fenerbahçe şampiyon olur…
Aziz kokular aldığımız final maçında Fenerbahçe’yi yenerek (!) kazanan Trabzonspor’a Türkiye Kupası’nın hayırlı olmasını dilemekten başka bir söz kalmıyor geriye…
Sağlıcakla kalın…

Yılmaz Amca’mızı kaybettik…

Bursa basınında bir duayen, bir çınar devrildi dün…
7’den 70’e kadar herkesin sevgilisi, her genç gazetecinin örnek aldığı, her öğrencinin bilgi birikiminden yararlandığı Yılmaz Amca’mız (Akkılıç) hayata gözlerini yumdu…
Gundem16.com’da yazılarını bana yollarken, ‘Aman Mesut, yazının orijinalini bozma’ derdi. Çünkü O, okuyucusunun nasıl bir yazı sitilinden hoşlandığını bilir, okuyucularının yazısını rahat sıkılmadan okuması için elinden geleni yapardı…
Köşe yazılarını mutlaka Ariel yazı formatında yazardı…
Bir dönem Avrupa gazetesinde de birlikte çalışmıştık Yılmaz Amca ile…
Tarih 12 Mart 2010’u gösteriyordu. Bir telefon çaldı, telefondaki ses;
‘Mesut yazımı mail attım. Ama bu yazımı mutlaka oku’ dedi…
Yılmaz Amca’nın bana gönderdiği bu son yazısıydı… Belki de kendisi de biliyordu ya da hissetmişti ki, başlığını ‘Binmişiz bir alâmete, gidiyoruz…’ diye atmıştı…
Yazısında Türkiye gündemini değerlendiren Yılmaz Amca, yazısının sonunu şöyle tanımlamıştı;
Güldürmeyin insanı!
Adam elde testere çıkmış ağacın tepesine, kocaman bir ana dalı kesmeye çalışmakta. O sıra yoldan geçen “Bindiğin dalı kesiyorsun” diye seslenmiş ama dinleyen ki?
O misal…
Türkiye nereye gidiyor?
Yoksa ünlü deyişteki gibi:
Binmişiz bir alâmete, gidiyoruz...
Toprağın bol olsun Yılmaz Amca…

Sükûnet ve sabırla şampiyonluk sürpriz olmaz

Türkcell Süper Ligi’nin 2009-2010 sezonuna tartışmasız Bursaspor damgasını vurdu. Sezon başında yapılan takviyelerle takımı iyi motive eden Ertuğrul Sağlam, teknik direktörlük yaşamının en parlak dönemini Timsah’la yaşıyor…
Sezon başında iyi futbol oynamayan ama iyi mücadele eden Bursaspor, hedef olarak Avrupa kupalarını belirlemişti.
Haftalar ilerledikçe hedef de büyüdü…
Timsah, ligin ikinci yarısıyla birlikte hem iyi futbol oynamaya, hem de iyi mücadelesini sürdürmeye devam etti. Artık transfer dedikodularına kulaklarını, yaygın medyanın ayak oyunlarına aldırmayan, her maçına final havasında çıkan bir takım görüntüsü çizmeye başladı…
Yönetim Kurulu ve taraftarı da unutmamak lazım…
Bursaspor yönetimi, takıma ve teknik kadroya tam destek verip, hiçbir konuda Ertuğrul Sağlam’a müdahale etmedi. Yeşil Beyazlıların 12. adamı taraftar da, stadı her maçta tıklım tıklım doldurup, küfürsüz, sağduyulu ve taşkınlık yapmama kararı alarak takıma sonuna kadar hep destek, tam destek vermeli başarıyı da beraberinde getirdi…
Köstek olanlar oldu, olmaya devam edecek…
Bursaspor’un başarısını kıskanan, Anadolu’dan şampiyon çıkmasını engellemek isteyenler de şaşkınlıklarını gizleyemiyor…
Bununla da kalmıyorlar tabii ki…
Baktılar Bursaspor şampiyonluğa gidiyor, futbolcuların akıllarını da çelmeye çalışıyorlar…
Bursasporlular ve Bursa halkı olarak yapmamız gereken gayet basit…
Sükûnet ve sabırla kalan maçlarımızı aslanlar gibi kazanıp, devler ligine doğru yol almak…
Bu konuda başta Bursa yerel basınımıza, taraftarlarımıza ve Bursa halkına büyük görev düşüyor. Özellikle tribünde yerini alan taraftarlarımız, küfürsüz, taşkınlık yapmadan ve tahriklere kapılmadan takımı desteklemesi…
Eğer bunu başarabilirsek, Bursaspor 47. Kuruluş yılında Anadolu’dan çıkan ikinci şampiyon takım unvanına kavuşacak, Avrupa’da Timsah’ın neler yapabileceğini herkese göstermiş olacağız…
Bursaspor’un bu saatten sonra şampiyon olması sürpriz olmaz, şampiyon olamaması sürpriz olur…
17 bin 680 kişilik stadının her maçta yüzde 80’ini doldurarak Türkcell Süper Lig’de stadı doldurma yüzdesinde birinci sıraya yerleşen Bursaspor taraftarına da şampiyonluk ve devler ligi yakışır….
Yeter ki sabredelim ve sükûnetimizi koruyalım…
Eğer Bursaspor şampiyonluk ipini göğüslerse (İnşallah), bundan Bursa’da doyan, doğan, yaşayan herkes faydalanacaktır…
İstanbul takımlarını bırakarak yaşadığımız, doğduğumuz kentin takımını tutma vakti geldi de geçiyor…
Şimdi Bursa zamanı, Bursaspor zamanı…
Birlik-beraberlik olduğu sürece başarılamayacak hedef yoktur…
Sabır ve sükûnet içinde Şampiyonluk kupasının Bursa’ya gelmesi temennisiyle…
Sağlıcakla kalın…

Timsah ayağını yere basmalı…

Tarihinin tartışmasız en başarılı dönemini geçiren Bursaspor, şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışken, Sivasspor’a yapılan ayak oyunlarına karşı dikkat etmesi gerekiyor…

Bir taraftan Sağlam adımlarla sahada esen Bursaspor, diğer tarafta şampiyonluğa inanan taraftarlar…

Takımlarına öyle destek veriyorlar ki, İstanbul takımları bile ağzı açık seyrediyor…

Tabi sadece seyretmekle kalmıyor…

Sivasspor’a yaptıkları gibi başladılar yine ayak oyunlarına…

İstanbul medyası da bu oyunlara maşa tutuyor. Sanki lig bitmiş Bursaspor şampiyon olmuş havası yaratılmak isteniyor…

Bursasporlu futbolcuların şampiyonluk havasıyla maçları salacağı yönünde planları var…

Ama bir şeyi unutuyorlar…

Bursaspor’un ‘Sağlam’ bir teknik adamı olduğunu…

Burada Ertuğrul Hoca’ya büyük iş düşüyor… Her ne kadar kendisi de bu havanın içine girmiş olsa da, yine de tedbiri elden bırakmıyor, bırakmaması lazım…

Taraftarımız elbette şampiyonluk istiyor, hem takım hem de taraftarımız bunu fazlasıyla hak ediyor…

Ama…

Diğer yandan da bubi tuzaklarına dikkat etmek gerekiyor…

Takımı fazla sıkmadan, şampiyonluk stresine sokmadan desteklenmesinde fayda var…



***



Bursaspor’un önce Denizli ile sahasında, ardından İstanbul Büyükşehir Belediye ile deplasmanda maçı var…

Bakıyorsunuz Denizli maçı Pazartesi günü, İstanbul Büyükşehir Belediye maçı Cuma günü, üstelik deplasmanda…

Ertuğrul Sağlam isyan ediyor Türkiye Futbol Federasyonu’na… Haklı da…

Futbolcular dinlenmeden Belediye maçı hazırlıklarına başlamak zorunda…

İstanbul medyası bununla ilgili tek bir kelime dahi yazmıyor…

Federasyon ne yapmak istiyor? diye soru bitiyor dilimizde…

Son 8 haftada Bursaspor’un üzerine çok gelecekler, birden göklere çıkartmak isteyecekler, transfer dedikoduları başını alıp gidecek, tek amaç futbolcuların ayağını yerden kesmek, aklını futboldan uzaklaştırmak…

Gazetelere bakıyorsunuz, ‘Galatasaray şampiyon olmasın, Bursaspor olsun’, ‘Bu sene Bursaspor’u destekleyelim’, ‘Artık Anadolu’dan şampiyon çıkma zamanı geldi’ gibi bir çok demeç görüyoruz…

Bu filmi daha önce nerde izlemiştik…

Evet hatırladım, şampiyonluğa oynayan bir Sivasspor, peşinde 3 büyükler… son haftalarda başlıyor hakem hataları, spekülasyonlar ve daha neler neler…

Sonuç…

Her zamanki gibi yine üç büyüklerden biri şampiyon…

Dikkat…

Aynı senaryo ve filmi izlettirmek istiyorlar…

Biz bu filmi izledik…

Şimdi yeni bir film çekiliyor…

Senarist: Ertuğrul Sağlam…

Oyuncular: Bursaspor takımı…

Figüranlar: Bursaspor taraftarı…

Bu filmde İstanbul takımları yer almayacak…

Çünkü…

Senaryoda bu kez yerleri yok…

Aynı filmi bir daha izlettirmeyeceğiz…

Son sözüm Bursalılara…

Hani hem Bursaspor’u hem de İstanbul takımlarını tutanlara…

Bu yıl herkes Bursasporlu olsun, yaşadığınız, ekmeğini yediğiniz Bursa için...

BU SENE O SENE…



Sağlıcakla kalın…

Rota Orhangazi’ye mi döndü?

Bursa’da aylardır ikinci üniversite tartışmaları yaşanırken, Bursaspor’un şampiyonluk yolundaki başarıları ve deprem paniği, ikinci üniversite konusunu gündemden düşürmüştü.
İnegöl ve Gemlik, ikinci üniversite için neredeyse birbirine girerken, milletvekilleri Ankara’da çeşitli kulisler bile yapmaya başlamıştı…
Bütün bunlar olup biterken…
İlk önce Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mete Cengiz, üniversitenin kesinlikle Görükle’ye yapılmaması gerektiğini, buna gerekçe olarak da ormanlık alanların talan edileceğini belirtiyordu…
Vali Şahabettin Harput ise, ikinci üniversitenin adresinin kampus olacağını, çalışmaların bu yönde ilerlediğini bildiriyordu…
Karda yürüyüp iz bırakmayan ve sessizce ikinci üniversiteye talip olan Orhangazi’nin üniversite aşkını da Bursa’nın duayen gazetecilerinden Ahmet Emin Yılmaz’ın sütunlarından takip etmiştik…

Gelelim bugüne…
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, YÖK’ten gelen teklifi açıklıyordu…
“İstanbul'da Medeniyet Üniversitesi, Ankara'da Yıldırım Bayezit Üniversitesi, İzmir'de Turgut Reis Üniversitesi, Bursa'da Orhan Gazi Üniversitesi, Konya'da Konya Üniversitesi, Kayseri ve Erzurum'da da bu illerimizin isimlerini taşıyan yedi tane üniversitenin kurulmasıyla ilgili kanun tasarısı da imzaya açılmıştır…”

Evet, Bursa’ya yapılacak ikinci devlet üniversitesinin isminin Orhan Gazi olduğunu öğrendik…
Peki neden Osman Gazi ya da Ertuğrul Gazi değil de, Orhan Gazi?
Gelen bilgilere göre, ikinci üniversite ile ilgili Bursa’da tartışmaları takip eden Ankara, gerilimin daha fazla artmaması için en sessiz kalan (Ankara’da yaptığı kulislerle birinci sırada yer alan) Orhangazi ilçesine yapılmasının en uygun olduğu görüşünde birleşerek, üniversitenin isminin de Orhan Gazi olmasına karar verildiği yönünde…

Bursa gündeminin ilk sıralarında Bursaspor ve deprem konuların yer aldığı bugünlerde, ikinci üniversitenin Orhan Gazi’ye yapılması konusunda kararın alınması en uygun zaman olsa gerek.
İkinci Üniversite yani Orhan Gazi Üniversitesi’nin Bursamıza hayırlı olması temennisiyle…
Sağlıcakla kalın…

Kader mi, ihmal mi?

Bursa’nın en önemli sorunu konusunda her kesimden çeşitli açıklamalar geliyor. Uludağ, turizm, ekonomi, kaçak yapılaşma vs…
Hâlbuki insanları canından eden, nice ailelerin ocaklarını söndüren trafik sorunu hiçbir zaman en önemli sorun olarak ortaya atılmıyor, tartışılmıyor…

Dağ yöresinin sorunlarının en başında da ulaşım geliyor. Hükümet ve yerel yönetimlerin yapımı konusunda hamle yaptığı ancak 2 yılda sadece 2 kilometresinin yapılabildiği (!) Keles yolu yine 1 can aldı, 2’si ağır 6 kişiyi de hastanelerde yoğun bakımlara yolladı.

Kaza yapan iki araçtaki toplam 9 kişi de, okullarda gelecek nesile eğitim verebilmek adına hergün 1 saatlik ölüm yolunu korkarak geçiyordu. Keles'te bir bürokrat ve bir öğretmen, geçtiğimiz aylarda Keles’e gittiğimde bu konudan dert yanıyordu;

“Biz bu yolları hergün sabah akşam çekiyoruz. 2 yıldan buyana sadece 2 kilometre yol yapılabildi. Burada yaşayan, burada çalışan insanlar hiç düşünülmüyor. Hergün bu yolları katederken ‘acaba bugün de çocuklarımıza kavuşabilecek miyiz’ korkusuyla gidip geliyoruz.”

Evet, bahsettiği bu yollar, bir tarafta görünürde yol genişleme çalışması yapılıyor, kalan dar kesimden de çift yönlü araçlar çalışıyor. Yol çalışmasını yapanlar 2 yılda 2 kilometreyi bitirebildilerse, demek ki ayda sadece 2 saat çalışıyorlar.
Peki ölüm yollarında canlarını verenlerin hesabını kim verecek?
27 yaşında hayatının baharında gelecek nesillere ilim öğretmek için yollara düşen genç öğretmenin ne günahı vardı?

Ya da çocuklarına ekmek götürmek için Keles-Bursa veya dağ ilçeleri ile Bursa arasında mekik dokuyan Ahmet, Hasan, Mehmet’lerin canı, hayatı yeterince değerli değil mi? Değerli değilse, değerli olan nedir?

Bu yollara ya başlanmamalıydı, ya da başlandıysa bitirilmeliydi. Bu yollarda meydana gelen ve gelecek olan her kazanın, her ölümlerin sorumluları, umarım vicdanlarına artık kulak verir…

Sağlıcakla kalın…

2010 Timsah’ın yılı olacak

Türkcell Süper Ligi’nde fırtına gibi esen Bursaspor, ilk yarıda aldığı 11 galibiyet ve 2 beraberlikle 35 puanla Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ardından üçüncü sırada devreyi kapattı. Dört büyükler diye adlandırılan Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’a ligin ilk yarısında kök söktüren Bursaspor, ligin şahlarıyla ikisi deplasmanda yaptığı 4 maçtan 7 puan çıkararak tarihi bir başarıya imza attı. Galatasaray ve Beşiktaş’ı tabiri caizse sahanın çimlerine gömen Timsah, Trabzon deplasmanında 3 puanı kaçıran taraf oldu.

Fenerbahçe ile oynadığı karşılaşmada da özgüvenini ve mücadelesini ortaya koyan Sağlam’ın talebeleri, ikinci devrede fikstür avantajı ile birlikte yapılan takviyelerle Avrupa hedefine rahatlıkla ulaşacağına inanıyorum. Şampiyon olamaz mı? Olur belki ama, en son Beşiktaş maçında da gördüğümüz gibi, İstanbul fobisi olan hakemlerimiz varken, Anadolu takımlarını şampiyon yapmazlar.
Sivasspor geçen sezon zirveyi darmadağın etti. Son haftalarda baktık ki, hakemler çıkmış sahaya, Anadolu takımlarına geçit yok diyorlar. Ama son haftaya kadar şampiyonluğu kovalayan Sivasspor’u tebrik ederken, Bursaspor’un Ertuğrul Sağlam ve talebeleriyle Sivas’ın çok çok üstünde performans sergileyerek ligin rengini değiştireceğine inanıyorum. Yeter ki, bu takıma güvenelim, sahip çıkalım, köstek yerine destek olalım. Birlik ve beraberlik olduğu sürece Bursaspor’un hakemlere rağmen şampiyonluk kupasını kaldırarak Anadolu takımlarının önünü açabilir.

Ziraat Türkiye Kupası’na gelince, geçen yıl çeyrek finalde Fenerbahçe’ye elenerek bana göre erken veda ettiğimiz kupada, 2010’da her şey daha farklı. Kupadaki gruplara baktığımızda, en kolay gruba düştüğümüzü söyleyebiliriz. Ancak, hiçbir takımı küçümsemememiz gerekiyor. Fenerbahçe’nin Pendik faciasını hatırlarsak, her maça final havasında çıkarsak hedefe ulaşırız. Oturmuş ve kendisine güvenen bu takımın kupada mutlaka final oynayacağına inanıyorum.

DESTEKSİZ BU İŞ OLMAZ

Her iki kulvarda hedef büyüten bir takımın başarısı için sadece futbolcu, teknik heyet ve yönetimin mücadelesi yetmiyor. Bursaspor başarı elde edecekse, bu başarıdan tüm Bursa karlı çıkacaktır.
Bir yandan başarının tohumlarını alacaksınız, diğer taraftan elinizi taşın altına koymayacaksınız. Böyle bir mantıksızlık hiçbir Anadolu kulübünde yok.
Bursa’daki tüm kamu, kurum kuruşlar ile Bursa ekonomisinin bel kemiği olan işadamlarının maddi desteği şart. Hatta Devlet Bakanı sayın Faruk Çelik’in geçen sene Vali ve bürokratlarla birlikte yaptığı gibi, gerekirse yine kapı kapı dolaşılmalı. Eğer Bursaspor ve Bursa’nın kazanması isteniyorsa…

Transfer penceresinde devre arasında oldukça bir hareketlilik yaşanacağı göze çarpıyor. Ertuğrul Hoca’nın her ne kadar 3 kaliteli oyuncunun takıma takviyesinin şart olduğunu açıklasa da, bu rakamın 6’ya çıkacağını düşünüyorum. Öncelikle sezonun hayal kırıklığı olarak görülen Tadeu’nun gönderilmesi kesinleşti. Shin ile yollarını ayıran Bursaspor, bu iki yabancı oyuncunun yerine Ankaragücü’nün Arjantinli santraforu Leonardo Andres Iglesias ve Cumhuriyeti'nin Slovan Liberec takımında forma giyen 27 yaşındaki forvet oyuncu Jan Blazek ile ön protokol imzaladı. 1.5 yıllık bir anlaşma yapılan Arjantinli Iglesias, Batalla ile iyi anlaşarak fileleri sarsarak, rakip savunma oyuncuların korkulu rüyası olacaktır. Beşiktaş’tan transfer edilen Zapotocny'nin tavsiyesiyle takıma kazandırılan Çek’li forvet oyuncusu Jan Blazek’in de izlediğim 1-2 maçının özetlerinde mücadeleci yönünü çok beğendiğimi söyleyebilirim. Bununla birlikte Bucaspor’dan orta saha oyuncuları Bekir Yılmaz ve Sercan Kaya’nın da transferine kesin gözüyle bakılıyor. Bu transferlerin yanı sıra Bursaspor’un forvet ile orta saha arasında bağlantı kuracak, Batalla’ya yardımcı Emre Bölezoğlu gibi hırslı, rakip orta sahayı presle boğacak bir oyuncuya ihtiyacı var. Ertuğrul Sağlam’ın kafasındaki üçüncü transfer, sol beke alınabilecek yerli, olmazsa yabancı oyuncu.

2010 yılının Bursa’mıza ve Bursaspor’umuza hayırlar getirmesini temennisiyle, tüm Bursalıların yeni yılını kutlar, sağlık, mutluluk, bol kazançlı, huzurlu ve hayallerinin gerçekleşeceği bir yıl diliyorum.

Sağlıcakla kalın…

Suç kimde?

Bursalılar, 4 ay önce yaşanan dehşete bir kez daha tanık oluyordu. Hatırlarsanız 4 ay önce Emek’te 2 yaşındaki Aleyna Şenol, başıboş köpekler tarafından parçalanmış ve ölümüne neden olmuştu.
Oldu bitti, unutuldu her zamanki gibi…
Ne konunun üzerine gidildi, ne de gerekli önlemler alındı.
4 ay sonra yine Emek’te yine bir başıboş köpek vakası…
Bu kez şanslıydı 2.5 yaşındaki İlkercan. Yardımına koşan vatandaşlar, köpeğin elinde zar zor kurtardı…
Vatandaşların cevap aradığı sorular vardı yetkililerden.
Belediye yetkilileri, başıboş köpeklerle ilgili ne tür bir önlem alıyor? Önlemler yetersiz mi kalıyor?
Minik Aleyna’nın hesabını kim verecek? Ya İlkercan da kurtulamasaydı?
Evet… Sorular soruları getiriyor ama, sonuca baktığımızda görülüyor ki herhangi bir tedbir alınmamış ki; bir dehşet daha yaşandı Osmangazi’de…
Başı boş köpeklerin yoğun olduğu semtlerin başında Muradiye geliyor. Belediye yetkilileri, hiç mi ihbar almıyor başıboş köpeklerle ilgili…
Daha geçen gün şahit oldum. Muradiye’de insanların kalabalık olduğu Beşikçiler Caddesi’nde başıboş iki köpek, çöp bidonunun etrafından ağzında salyalarla dolanıyordu. Bir kadın da, bebeğiyle kaldırımdan yürüyordu. Köpekler bir anda saldırmaya başladı. Kadın ne yapacağını şaşırdığı anda, oradaki bir esnaf, elindeki sopa ile köpekleri kovaladı. Yetkililerin ‘sokaktaki köpekler denetimli, kulaklarında küpe bile var’ dediklerini duyar gibiyim. Ama o iki köpeğin kulağında ne küpe, ne de yüzük vardı!
Bu gidişin sonu ne olacak? Vatandaş sokakta rahat yürüyemeyecek mi? Bir kadın bebeğiyle, çocuğuyla sokağa çıkamayacak mı? O zaman belediyeler ne iş yapıyor diye sormak geliyor içimden…
Bu durumun en sık yaşandığı ilçe sadece Osmangazi değil, Yıldırım ilçesi de var. Yetkilileri bu konuda göreve çağırıyoruz. Gelin vatandaşın bu sıkıntısına kulak verin, gelin başka Aleynalar ölmesin, gelin başka İlkercanlar yaralanmasın. Gelin görevinizi yapın vicdanınız rahat olsun…
***
Bir başka konu ise, yine köpeklerle ilgili. Ama bu başıboş değil, başında insan olan köpekler…
Doberman, Pitbull köpekleriyle sokakta, ana caddelerde, alışveriş merkezlerinde, pazarlarda dolaşan insanlarımız!
O köpekleri yanlarında dolaştırınca kral kesilen insanlarımız…
Sokakta hata yapınca kendisini uyaran vatandaşa, yanında taşıdığı köpeğini saldırtan insanlarımız…
Polise saldıran köpekler…
Geçenlerde polis telsizinden geçiyor, konuşma aynen şöyle;
-Merkez bilinen yerdeyiz ancak burada bir sorun var
-Nedir bu sorun?
-Merkez, burada vahşi köpekler var, olay mahalline ulaşamıyoruz…
-Anlaşıldı kovalayın köpekleri...
-Anlaşıldı merkez kovalıyoruz, kaçmıyorlar kuduz olabilirler...
-Anlaşıldı mobilden görüşelim…
Bursa’da köpeklerle ilgili bir anket yapılsa, inanıyorum ki, Bursalıların yüzde 98’i sokakta insanların köpekleri gezdirilmesinin yasaklanmasını ister…
Alışveriş merkezine, pazara gidiyorsunuz. Yanınızda kocaman bir köpek, yanında sahibi o kadar rahat ki, ‘ısırmaz ısırmaz’ der gibi dolaştırıyor vurdumduymazlıkla…
Atalarımızın meşhur bir sözü var; “Köpeğe ve yılana güven olmaz…”
Umarım bu konularda ciddi adımlar atılır, yetkililerimiz görevlerinin bilinciyle ilgili konularda gerekli adımı atarlar. Kamuoyunun bu konuları unutmadığını ve unutmayacağını hatırlatıyoruz…
Sevgiyle kalın…